el-Kuddûs | ya Kuddûs
Kuddus : Her türlü eksiklikten münezzeh, pek temiz.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
“Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik; Kuddüs; Aziz; Hakim olan Allah’ı tesbih eder. ” (Cuma,1 )
“O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir; Kuddûs’tur; Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk kostuklarından çok yücedir.” (Haşr, 23)
O, zatına yakışmayan her şeyden münezzeh, bütün vasıflarda en mükemmel, tahdid ve tasvire sığmayan, öğülmeye layık kemal, fazilet ve güzellik sıfatları kendinde olandır.
Kuddus ismi çok temiz ve çok pak manasına geliyor. O’nda hiç bir noksanlık bulmak mümkün değildir. Kullar hata yapma sıfatına haizdir. Fakat Mevla ise hata yapmaktan münezzehtir. Çirkin şeylerden uzaktır ve insanlarda beliren bütün beşeri sıfatlardan münezzehtir.
Allah’ın son derece aciz olarak yarattığı insanlar hata yapar, unutur, yanılır, gaflete düşerler. Aynı zamanda hem bedeni, hem ruhi yönden son derece eksiklik ve acz içindedirler. Ömürleri boyunca bedenlerine bakmak, yaşayabilmek için ona sürekli ihtimam göstermek zorundadırlar. Bedenlerini biraz fazla çalıştırsalar, birkaç gün uykusuz, bir gün susuz bıraksalar son derece aciz bir duruma düşmüş olurlar. Ancak herşeyin Yaratıcısı ve ‘en güzel isimlerin sahibi’ olan Allah elbette tüm eksikliklerden münezzehtir. Allah’ın sonsuz gücü, Yüceliği, aklı ve sınırsız ilmi Kuran’da insanlara bildirilmiştir. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara, 255)
Müslüman daima Allah’ı yüceltmeli ve O’nu her türlü noksanlıktan tenzih etmelidir. Sonra da bütün haramlardan, mekruhlardan, şüpheli şeylerden ve yararsız mubahlardan kendisini arındırıp temizlemeli ve Mevla’sına ibadet etmekle meşgul olmalıdır. Kendisi için yararlı olan ilimleri öğrenmeye ve güzel ahlaki davranışlar kazanmaya çalışmalıdır. Beden ve ruhu arındırmanın yolu, Allah’ı tanımak ve yararlı ilimler öğrenip onunla amel etmektir.
Bir kimse bu ismi her gün 100 kere okusa o kimsenin gönlü kederlerden arınmış ve paklanmış olur.
Diğer Bölüm…
Hatadan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz.
“Kuddûs” İsm-i Şerifi Kur’an-ı Kerim’de de Haşr Suresi 23. Ayet-i Kerime’de ve Cuma Suresi 1. Ayet-i Kerime’de olmak üzere iki defa geçmektedir.
İnsanı dünyaya getirirken günahsız ve kirsiz yaratan, büyüyünce kirlerini abdest ve gusülle yıkanarak gideren, günahlarını tevbe ve istiğfarla yıkamayı öğreten “Kuddûs,” yeryüzünü de tertemiz yaratmıştır.
Bizim kirlettiğimiz yeryüzünü yağmurlarla yıkıyor, güneşle kurutuyor. Kirlenen suları buhara dönüştürüyor. Havada temizleyip yeniden tertemiz yağmur olarak indiriyor. Rahmet damlalarıyla dünyamızı temizlediği gibi Kur’anın rahmet ayetleriyle de bizim içimizi ve dışımızı temizliyor.
İmanla bizi şirk, inkar pisliğinden temizliyor. İtaatla bizi isyan çirkefinden temizliyor. Dinle bizi kinden temizliyor.
Kendisine ibadetle bizi kullarına boyun eğme zilletinden temizliyor. En büyük Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’dir = Allah-ü Ekber inancıyla kendimiz gibi bir insanı büyütüp başımıza bela etmekten kurtarıyor.
Şayet Rabbimizin (CC) huzuruna tertemiz gitmek istiyorsak “Kuddûs” olan Rabbimizin (CC) “Mukaddes” kitabı Kur’ana göre hayatımızı düzenleyelim.
Göklerde ve yerde olanların tümü, Melik (CC), Kuddûs (CC), Azîz (CC), Hakîm (CC) olan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni tesbih eder.[1][1]
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri yeryüzünde, gökyüzünde, uzayın derinliklerinde, toprağın altında bulunan herşeyin, kısacası mikro alemdeki ve makro alemdeki herşeyin tek Yaratıcısı’dır. İnsanın gözünü çevirip etrafına baktığında görebildiği ve çıplak gözle göremediği her yerde bulunan düzen, kanunlar, istikrarlı gidişat tamamen Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne aittir. “Şüphesiz Allah (CC), gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz…”[2][2] Ayet-i Kerime’sinde ayetiyle bildirildiği gibi var olan tüm sistemin düzenleyicisi ve koruyucusu O’dur (CC).
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne karşı son derece aciz olan insanlar hata yapar, unutur, yanılır, gaflete düşerler. Aynı zamanda hem bedeni, hem ruhi yönden son derece eksiklik ve acz içindedirler. Ömürleri boyunca bedenlerine bakmak, yaşam sürebilmesi için ona sürekli ihtimam göstermek zorundadırlar. Bedenlerini biraz fazla çalıştırsalar, birkaç gün uykusuz, bir gün susuz bıraksalar son derece aciz bir duruma düşürmüş olurlar. Ancak insanların Yaratıcısı olan ve “en güzel isimlerin sahibi” olan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri elbette tüm eksikliklerden münezzehtir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin sonsuz gücü, yüceliği, aklı, ilmi Kuran’da tüm detaylarıyla insanlara bildirilmiştir: “Allah (CC)… O’ndan (CC) başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu (CC) uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur (CC). İzni olmaksızın O’nun (CC) katında şefaatte bulunacak kimdir? O (CC), önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun (CC) ilminden hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O’nun (CC) kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. Onların korunması O’na (CC) güç gelmez. O (CC), pek yücedir, pek büyüktür.”[3][3]
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri mahlukata benzemekten münezzehtir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri yaradılmışların zatlarından, hallerinden, vasıflarından hiç birine benzemez. Mesela cisimlerin, zahiri hislerimizle bilebildiğimiz lezzet, renk, koku, soğukluk, sıcaklık, sertlik yumuşaklık… gibi bütün hallerinden; dert, tasa, sevinç, korku, hüzün, ızdırap, infial, tagayyür gibi nefsani keyfiyetlerinden veya her hangi bir şekilden, suretten, miktardan, zamandan, mekandan, tertipten, tecezziden, tenahiden ve bunlar gibi diğer bütün mahlûkatın şânından olan her hangi bir hal ve vasıftan, bir şeye benzemekten çok yüksek, çok uzaktır.
Bu ism-i şerif, temiz ve pak olmak manasına Kuds mastarından mübalağa siğasıdır. Her türlü ayıptan, kirden, pastan, lekeden, eksiklikten son derece temiz demektir. Uluhiyyete mahsus sıfatlardan Muhalefetini li’l-havadis sıfatına râci’dir.
İnsanoğlunda bulunan iki türlü sıfat: İnsan oğlunda bir takım haller ve sıfatlar vardır ki, onlar yüzünden sevilir, hürmet edilir. Yine bir takım haller ve sıfatlar da vardır ki, o yüzden yerilir, nefret edilir. Mesela halleri ve sıfatları kusurlu ve ayıplı olan, bilgisiz ve aciz insan sevilmez, herkes onlardan uzak kalmak ister. Bazı insanlar da yaradılışı itibariyle güzeldir, sözü sohbeti bellidir, bir şeyler bilir, bir şeyler yapar. Evvelkilere nakıs insanlar, ikincilere mükemmel insanlar denirse de, insanların da yine bir çok eksik tarafları bulunur. Mahlukun kusursuzluğu izafidir.
Mahlukat içinde her türlü ayıplardan, kusurlardan tam ve mutlak surette tertemiz bir varlık sâhibi bulunması imkânsızdır. Mahlukun kusursuzluğu, kendi aralarında ve birbirlerine nisbetle izafi ve mahduttur; bu itibarla en kıymetli insanlar hiç noksanı bulunmayan değil, pek az noksanı olandır. Böyle insanların fazileti, kemali daha çok olur ve bunlar, mensup oldukları âileler, memleketler, milletler ve hattâ bazan bütün insanlar için iftihar kaynağı olurlar.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, insanlardaki kemal sıfatlarından da mukaddestir. İnsanlarda bulunup da nefret ve istikrah edilen sıfatlardan başka, insanların birbirlerine karşı üstünlüğünü ve kıymetini ifade eden ve insanlar tarafından kemal sıfatlar diye adlandırılan sıfatlardan da Allah-ü Teala (CC) Hz.leri münezzehtir. Gerçi bu sıfatların kemal sıfatlar diye adlandırılması, insanların kendi aralarında ve kendi hallerine göre doğru olabilirse de, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri hakkında bunlar hep noksan sıfattır. Mesela ilim, kudret birer kemâaldir, fakat muhakkak surette Allah-ü Teala (CC) Hz.leri insanların bildiği gibi bilmekten, insanların yapabildiği kadar yapmaktan çok üstündür. Çünkü O (CC), kayıtsız şartsız her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter. İşte hakiki kemal sıfatı budur.
İnsanlar ise bir şeyi bilir, fakat bilmediği na-mütenahidir. Bir şey yapar, fakat isteyip de yapamadığı na-mütenahidir. Daha doğrusu Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin müsaade ettiği sınıra kadar bilir ve tâyin ettiği hududa kadar yapar. Ondan ilerisi kati bir acz… kati bir hiçliktir.
el-Kuddûs İsm-i Şerif’inin tek ve eşsiz olarak biricik sahibi, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’dir. Her bakımdan mutlak kemal O’na (CC) mahsustur. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri zatında, sıfatında, efalinde, ahkamında, esmasında her türlü lekeden, eksiklikten uzak ve çok temizdir. O (CC) zatında veya her hangi bir sıfatında veya fiilinde veya hükmünde veya isminde mahlukundan birine benzemekten veya mahlukatından biri O’na (CC) benzemekten mukaddestir. O’nun (CC) zatı kadimdir, bakidir, sıfatları kamildir, ezelidir. Hiç bir fiilinde maddeye, müddete, yardımcıya ihtiyacı yoktur. Bütün hükümleri hikmetlidir. Kullar içinde baştan başa hayır, menfaat ve inayettir. O’nun (CC) isimleri de na-mütenahi kemalatını bildirdiği için en yüce, en güzel kelimelerdir.
İnsanların zatları, sıfatları, fiilleri, hükümleri, isimleri hep ayıplı ve kusurludur. Bir kere varlıkları mahduttur. Halleri, sıfatları da mahduttur. İşleri ivazlı ve garazlıdır. Hükümlerinin doğrusu olduğu gibi hatalısı da çoktur. İnsanlara müteallik manalar ifade eden, isimlerin ve kelimelerin de nihayet taşıdıkları manalardan fazla bir güzelliği olamaz.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin bütün varlığa hakim bir saltanat sahibi bulunduğunu bildiren el-Melik İsm-i Şerif’inden sonra el-Kuddûs İsm-i Şerif’inin getirilmesi, fikirleri yanlış yollara sapmaktan koruduğu için ne kadar uygun düşmüştür.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, cisim sahipleri gibi bir yerde oturmaktan, bir yerde bulunmaktan, bir işi başkasına gördürmekten.. münezzehtir. O’nun (CC) her zerreye yakınlığı birdir. Her şeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır. İkametgah, zaman, mekan mefhumları yaradılmışlarla beraber doğmuştur. Bu varlık yokken zaman ve mekan da yoktu, fakat Allah-ü Teala (CC) Hz.leri vardı.
Dua: Ey güzeller güzeli Allah’ım (CC)! Herşeyi hikmetle yapan sensin… Hatadan uzak, mukaddes olansın… Biz sana en güzel sıfatlarınla hamdediyor, verdiğin nimetlere şükrediyoruz… İlahi (CC)! Bizi kalbi temiz kullarından eyle! Gururdan, kıskançlıktan ve gösterişten bizi arındır. Kalbi senin sevginle dolu olanlardan eyle! (AMİN)
Kula Gerekenler: Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni üstün güzelliklerle yani kendine mahsus vasıflarla öğmek ve O’na (CC) noksan vasıflar isnat etmekten sakınmaktır. Birincisi takdis, ikincisi tesbih’dir. Yani Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne kendine mahsus kemal sıfatlarıyle hamd-ü sena etmek takdis; O’nu (CC) herhangi bir lekeden, herhangi bir yaraşıksızlıktan tenzih etmek tesbihtir. İtikadını, ibadetini, kalbini lekeden ve çirkinlikten temizlemeğe çalışmaktır.
İTİKÂT TEMİZLİĞİ: Şüphe ve tereddütten uzak olması, inanışın yakine dayanmasıyle olur. Onun için itikada ait herhangi bir meselede tereddüt duyulunca hemen o noktayı kati bir kanaat hâline getirinceye kadar çalışmak ve ihtisas sahiplerinden soruşturmak icabeder. Çünkü itikat meselesi bir küldür, tecezzi kabul etmez. Herhangi bir unsurunda tereddütte bulunmak, bütün itikadı sarsar.
İBADET TEMİZLİĞİ: İhlas ile olur. Mali olsun, bedeni olsun, her türlü ibadet yalnız Allah-ü Teala (CC) Hz.leri için yapılır. Abidin gayesi ancak Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin rızasına ermektir. Bu gaye gönülde başka maksatlara, başka mülahazalara yer vermeyecek kadar kuvvetli ve şumullü olmalıdır. Eğer ibadetlerde Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin rızası ile beraber başka maksatlar da güdülürse, o ibadette ihlas kalmaz; karışık ve katkılı olur. İbadette şirk işte budur. Bu da insan için bir yüz karası, tevbesiz afvedilmeyen bir suçtur.
KALB TEMİZLİĞİ: Oradan kötü huylan atmakla olur. Kalbler Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin daima bakıp durduğu yerlerdir. O’nun (CC) için gayet temiz tutulmalıdır. Maddi bir temsil ile, kötü huylar, kalb sahasında yer yer yığılmış müteaffın çöplükler, pislikler, bataklıklar, ayrık kökleri, yabani dikenler gibidir. İyi huy kazanmak da bunları temizleyip tesviye-i turabiyesini yapmak, muntazam taksimatlı çiçeklikler ve güzel çiçeklerle kalb sahasını temiz bir park haline getirmektir.
İsm-i Şerif’in Faideleri: İhlasla “Yâ Kuddûs” diye bir müslüman bu isme devam etse, ahlakı güzelleşir, kötü davranışlardan uzaklaşır. Ruh ve sinir hastaları bu İsm-i Şerif’e devam ederse Allah’ın (CC) izniyle şifa bulur.
Günde 174 defa bu İsm-i Şerif’i zikreden, kötü ahlak ve ve kötü işlerden kurtulup selim olur. Ekmeğe yazıp yiyen, bedenen sıhhat, kalben selamet, ruhen kötü ahlaktan kurtulup zikre devam eden, meleklerin haliyle sıfatlanır.
[1] Cuma S. A.1
[2] Fatır S. A.41
[3] Bakara S. A.255
Manevi Temizlik, Günahlardan Kurtulma, Manevi Olgunlaşma, Allahın el-Kuddûsü İsmi
Allah El- Kuddûs (c.c.) güzel ismi ile yeryüzündeki ekolojik dengede tecelli etmiştir. Şöyle ki: Dünya yaratılalı beri sayısız bitki, hayvan, insan belli bir ömür sürmekte, sonra yaşamlarını yitirmektedirler. Ama kendilerinden arta kalan cesetleri yeryüzünü kirletmemektedir. Tıpkı bir fabrikanın atık maddelerini arıtma tesislerinde doğaya zararlı olmaktan çıkarıp bazı maddelerinden yeniden yararlanması gibi bu cesetler de ya başka bir canlının gıdası olmakta ya da mikrop ve bakteriler yolu ile çürütülüp toprağa karıştırılmaktadır. Şayet bu canlı varlıkların cesetleri bu yolla yok edilmeseydi dünyamız adeta bir çöplüğe dönüşecekti. Yaşam olanaksızlaşacaktı. Allah (c.c.) el-Kuddûs (eksiklik ve kusurdan uzak olan, her türlü kemal sıfata sahip olan) güzel ismi ile doğada tecelli ederek doğanın böyle bir eksiklikten ve kusurdan arınmasını sağlamıştır.
Allah (c.c.) insanların kemal olarak bildikleri her şeyden de münezzehtir. Çünkü insanın bildiği kemaller kusurdan ve eksiklikten uzak değildir. Ayrıca insan ibadetlerini daima kusurlu bilmelidir.
“Sübhânallah” tespihi ile Allah (c.c.) her türlü eksiklik ve kusurdan tenzih edilir. Bu tespihle el-Kuddûs güzel isminin gereğinin yarısı yerine getirilmiş olur. Allah’ı (c.c.) öven, yücelten diğer tespihlerle de (elhamdülillah, Allahu ekber) el-Kuddûs güzel isminin gereğinin diğer yarısı da tamamlanmış olur. Yani el-Kuddûs güzel ismi Allah’ı (c.c.) her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu vurguladığı gibi O’nun her türlü kemal sıfata sahip olduğunu da düşündürmektedir.
El-Kuddûs güzel ismi hem Allah’ı (c.c.) yüceltme ve övmeyi hem de dolaylı bir yoldan da olsa kulun ahlakını güzelleştirmeyi hedeflemektedir. Şöyle ki: Kul tövbe yolu ile manevi kirlerden, günahlardan arınabilir, Allah’ı (c.c.) kusur ve eksiklerden tenzih etme, övme ve yüceltme sayesinde de çeşitli erdemlere kavuşabilir.
El- Kuddûs güzel isminin bir parçası insan için bu dünyada abdest ve gusül suyunda tecelli etmektedir. Abdest ve gusül suları günahlardan arınmanın, tövbe etmenin adeta kapılarıdır. İnsan günahlarından tövbe ederek ilahi emirleri yerine getirmek için bunlara yöneldiğinde Allah’ın izni ile günahlarından temizlenir. Onlarca hadis-i şerif buna işaret etmektedir. Bu sayede insan Allah’a (c.c.) ibadet edecek bir paklığa erişir. İnsan ölünce bu tecelli toprağa geçmektedir. O zaman toprak kabir azabı ile kişinin günahlarını temizleyecektir. Çok İslam âlimi, biraz da olsa anlamamız için, diş ağrısını kabir azabına benzetmiştir. Tabii imansız ölen kişiler için bu azap bir temizleme olarak değil de hak olarak tecelli edecektir. Onlar ebedi olarak azapta kalacaklardır. İmanlı ölenlerin günahları sevaplarından ağırsa, kabir azabı da bunlara kefaret olarak onları temizleyecektir. İmanlı ölen kişilerin bu azap da günahlarının temizlenmesine yetmezse sıra ahrette cehennem ateşine gelecektir. İnsan biraz elini ateşe tutarsa bu azabın ne kadar dehşetli olduğunu anlayacaktır. Cehennem ateşi mümin olarak ölen kişilerin günahlarını temizlemek için azap edecektir. Tıpkı bir potada eritilen altının saf yönü ile katkı maddelerinin birbirinden ayrılması gibi. Bu cehennem azabı, dünya zamanıyla kıyaslanmayacak kadar uzun bir devri içine alabilecektir. Zira dünyanın bin yılı ahretin bir gününe tekabül etmektedir. Allah (c.c.) bizleri kabir ve cehennem azaplarından korusun. Âmin.
İnsanlar abdest suyunun kadrini bilmezlerse öldükleri zaman önlerine başka temizleme malzemeleri çıkmaktadır. Kabrin toprağı, cehennemin ateşi bu işleve de sahiptirler. Hâlbuki günahlardan temizlenmek bu dünyada abdest suyu ile mümkündür. Basittir. Gerçi abdest almak, namaz kılmak nefse biraz ağır gelmektedir. Ama bu dünyada bu ibadetler için biraz dişimizi sıkarsak, onların küçük sıkıntılarına katlanırsak Allah (c.c.) önümüze sırasıyla gelecek kabir hayatında, kıyamet gününde bizleri daha büyük sıkıntılara düşürmeyecektir. Cennete pis olanlar kesinlikle giremeyeceklerdir. Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları bu dünyada bir imtihan konusu olduğu kadar O’nun emir ve yasaklarını yapmayanlar manevi olarak kirlenmektedirler. Gerçi nefis ve şeytan her insanı ‘Senin için temiz, gönlün temiz…’ yalanı ile kandırmaktadır. Hâlbuki ilahi emirleri, yani Allahın buyruklarını ve yasaklarını yerine getirmeyen her insan, manevi olarak kirlenmektedir. Gönlü kapkara olmaktadır. Hadis-i şerifte her günahın kalpte siyah bir leke bıraktığından söz edilmektedir. Kalp simsiyah olduğunda o kişi Allah’ın azabından kendince emin olmaktadır. Yani sanki azap ona hiç gelmeyecekmiş gibi bir duygu içerisine girmektedir. Bu ilahi bir mekirdir (hiledir). Allah böyle bir insana hidayeti nasip etmemek için bir rahatlık vermiştir. Allah (c.c.) ayet-i kerimede bu hali şöyle ifade etmektedir: ‘Allahın azabından ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler. (Araf suresi, 99)’
İnsan manevi kirliğini, temizliğini şeytanın ve nefsin sözleriyle değil ilahi emirleri yerine getirip getirmediği ile ölçmelidir. İnsanların manevi kirlerinden yani günahlarından bu dünyada temizlenmeleri ancak tövbe ile mümkündür. Tövbe, tövbe-i nasuh (derin bir pişmanlıkla bir daha günahları işlememeğe ve ilahi emirleri yerine getirmeğe kesin karar verme) olursa geçmiş olan bütün günahları sevaba çevirmektedir. Bu ayetle sabittir: “Ancak şu var ki tövbe edip iman edenler ve güzel işler yapanlar, bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara dönüştürecektir. Çünkü Allah Gafûr (günahları affeden), Rahîm’dir (müminleri esirgeyendir). Kim tövbe edip güzel işler yaparsa gereğince tövbe eden odur işte (Furkan suresi, 70-71).” Artık böyle bir insan, yani tövbe-i nasuh eden birisi ibadetlere yöneldiği, yasaklardan kaçındığı için Allah (c.c.), abdest suyu ile ona rahmet eder. Abdest suyu onda Allah’ın (c.c.) el- Kuddûs ismini tecelli ettirir. Hadis-i şerifte ifade edildiği üzere kabrini cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüştürür. Kıyamet günü de cehennemin üzerine kurulu olan sırat köprüsünden ayağı kaymadan şimşek hızı ile geçirtir. Cennete ulaştırır. Çünkü o dünyada iken temizlenmişti, günahlarını dökmüştü, artık onun için kabrin toprağının sıkmasına ve cehennemin ateşine lüzum kalmamıştır.
Dikkat edilirse su, toprak, ateş bu dünyada da temizlik malzemeleridir. Elimiz hafif kirlendiğinde suyla temizleyebiliriz. Biraz daha ağır kirlenirse, mesela yağlanırsa, eskiden sabun olmadığı için toprakla temizlenirdi. Toprak böyle pislikleri çamur kıvamına geldiğinde alırdı. Mikroplar bilindiği üzere ateşle temizlenir. Yüz derecede mikrop yaşamaz. Yemeklerimiz bu sayede temizlenmektedir.
Dünyada imanın esaslarını teşkil eden hakikatler, gözlerden saklanıp bunun yerine onlardan birer küçük iz taşıyan Allah’ın (c.c.) ayetleri olduğu için insanın bunlara inanıp doğru yolu bulması onun kolay bir şekilde temizlenmesini sağlar. Öldükten sonra işler değişmektedir. Zira inanılması gereken ayetler değil hakikatler tecelli etmektedir. Bu nedenle insanın o zaman tövbe etmesi ve imana gelmesi bir işe yaramamaktadır. Onu temizleyememektedir. Çünkü örneğin dünyada iken varlığına inanılması gereken melekler ölünce insanın karşısına gerçekten çıkacaktır. Yine dünyada iken kuşkuyla baktığı cehennem daha kabirde iken onu küçük bir parçasıyla gerçekten yakmaya başlayacaktır. Artık kabre girdikten sonra inanılması gereken şeyler, hakikat olmaktadır. Bu yüzden ölünce imtihan sona ermekte, gerçeklerle yüz yüze kalınmaktadır. Tövbe, iman artık fayda vermemektedir.
Ölümle birlikte insanın üzerindeki günahları ağırlaşacak, onların temizlenmesi büyük azaplarla gerçekleşecektir. Bu ağırlık bir güne nispetle bin yılın ağırlığı derecesinde olacaktır. Zira hem ayetle hem hadisle sabittir ki, dünyanın bir günü ahretin bin yılına karşılık gelmektedir. Akıllı insan geleceğini gören, ona göre hazırlığını yapandır. İlahi emirlere göre yaşayandır. Allah’ı (c.c.) unutmayıp O’nun emir ve yasaklarına uymaya çalışandır. Nefse ağır gelen emir ve yasaklar, ruha hafiflik verirler. Ödev ve sorumluluklarını yerine getiren insan, daha bu dünyada iken cennet hayatını yaşamanın hafifliğini görür. Allah’ın emir ve yasaklarına aldırmayıp nefsine göre yaşayan bir insan görünüşte rahat ve kolay bir yolda yürüyor görünse de ruhu bundan büyük bir sıkıntı duyar. Böyle birisi dünyada gerçek huzuru hiçbir zaman bulamaz. Günahlar insanın üzerinde bir yük gibi ağırlık yaparlar. Daha bu dünyada iken insana cehennem hayatını yaşatırlar. İşte Allah’ı, peygamberi, amentünün esaslarını gerçekten inkâr edenler ancak bu yükten biraz da olsa kurtulabilmektedirler. Onlar vicdanlarının baskısından kurtulmak için akıl ve mantık dışı olan bu yola, yani inkâr yoluna girmek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü günahkâr bir mümin olarak yaşamak çok zordur. Sırtında bir dağ taşımak kadar sıkıntılıdır. Nefis iman ve ibadet yolu yerine inkâr yolunu tercih ettiği zaman kısmi olarak biraz da olsa rahatlamaktadır. Artık günahlarla arasına rahatsız edici olan vicdan azabı girmemektedir. Şu muhakkak ki, inkârında ısrarlı olanların yapmadan edemediği, duramadığı büyük bir günahı veya günahları bulunmaktadır. Bu günahı veya günahları için Allahın bütün ayetlerini, O’nun varlığı ve birliğine işaret eden ve evrende ve insanın kendi varlığında tecelli eden sonsuz ayetlerini görmek istememektedirler. İşte insan nefsi bu kadar korkunç bir yapıya sahiptir. Herkesin içinde de böyle bir nefis vardır. Kimse kendi nefsini temize çıkarmamalıdır. İnsan nefsine uyduğu zaman nefis en sonunda mutlaka inkâr yoluna sapacaktır. Herkes aynı kaderi yaşayacaktır. İmtihan dünyasında kimseye ayrıcalık yoktur. Onun için peygamberimiz (s.a.s) dualarında Allah’tan bir an da olsa nefsiyle baş başa kalmamayı istemiş, bu duayı da sevgili kızı Hz. Fatıma’ya öğretmiştir: ‘Allahım, Sen bizi bir an, göz açıp kapayıncaya kadar olan müddet de olsa, nefsimizle başbaşa bırakma.’ Âmin.
Hiçbir günahı da küçük görmemeli, hemen tövbe etmelidir. Şu bilinmeli ki, insanı hasta edip yatağa düşüren gözle görülmeyen mikroplardır. Zira sekarat sırasında o küçük günah, insana büyük eziyetler yapıp şeytanların kışkırtmasıyla da insandaki imanı üzerinden alabilir. Ebedi cehennemlik yapabilir. İnsan o günah nedeniyle değil de o günahı küçük ve önemsiz görmesiyle gazab-ı ilahiyi üzerine çekebilir. Zira bu durum büyük günahlardandır. Çünkü bu büyük günahın altında Allah’ın ebedi azabını çekebilecek başkalarını küçük görme, kendini büyük görme… gibi damarlar bulunabilir. Kimse bunları anlayamaz. Göremez. Bu damarlar çok gizlidir. Öyle inanmalı ve itikat etmeli ki, her günahta insanı küfre götüren bir yol mutlaka vardır. Allah bizleri korusun.
İnsan günahlara battığı zaman tövbe ederse, temizlenir. Ama ibadetlerinde gurur ve kibre düşen, kendisini beğenen insanın aklına tövbe ve istiğfar gelmediği için şeytanlaşır. Azgınlaşır. Üstelik bir de kendisini doğru yolda sanır. Böyle bir insanın hatasını görmesi de zordur. Allah (c.c.) bizleri korusun. Âmin.
İnsan başını ibadetlerden bile kaldırmazsa da kendisini bir toz zerresi olarak görmesi gerekir. Zira ibadetler de Allah’a aittir. Allah (c.c.) insana nasip etmiştir. Allah (c.c.) kimi insanı da ibadetleri ile imtihan eder. Şeytan bu konuda insana en büyük derstir. Hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır ki, şeytan başlangıçta meleklerin hocasıdır. Kendisi o kadar abid bir zatmış ki, gökyüzünde secde etmediği bir yer kalmamış. İnsanın ibadetlerini kendisinden bilmesi büyük bir afettir. İbadetler Allah’ın insana bir lütfudur, ihsanıdır. İnsana ibadetlerdeki düşen pay, ancak gafleti ve yanılmalarıdır.
Allah (c.c.) insanın ibadetlerine muhtaç değildir. İnsan ibadetlere ekmek su kadar muhtaçtır. Onlar olmazsa manevi olarak hayatı biter. Hayvanlardan daha aşağı bir hayatı yaşar. Allah (c.c.) her türlü eksiklik ve kusurdan uzaktır. Her türlü kemal sıfata hakkıyla sadece Allah (c.c.) sahiptir. Çünkü O El-Kuddûs’dür.
El- Kuddûs güzel isminin diğer bir parçası insan için bu ilahi emir ve yasaklarla tecelli etmektedir. İnsan abdest ve gusülle tövbe edip günahlardan arınırken yasaklardan uzak durarak ve ibadetlerle de kemal sıfatlarını kazanmaktadır. Olgunlaşmaktadır. Allah’ın (c.c.) rızasını elde etmektedir.
El- Kuddûs ismi müminler üzerinde tecelli etmeye başlayınca velilik sıfatı elde edilip manevi merhaleler kat edilir. Bu yüzden veliler bu güzel ismin hürmetine takdis edilirler: Kaddesallahu sırrahu (=Kuddise Sırrahu: Allah sırrını takdis etsin). Bu, veliler için yapılan güzel bir duadır. Velilere ayetlerdeki sırlar, yani hakikatler seviyesine, makamına göre açılır. Görülür. Onlar bunlarla imtihan edilirler. Bu dua onların bunda başarılı olmaları için yapılır. İmtihan hiçbir seviyede, makamda bitmez. Mahiyeti değişir. İmtihan veli olunca değil ölünce biter.
Allah (c.c.) bizlere gereğince tövbe etmeyi, iman etmeyi ve ibadet hayatını ihsan eylesin. Allah (c.c.) her birimize rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi